Çukurova'da dönüm başına normal şartlarda dört yüz ila beş yüz kilogram verim alınabildiğini ifade eden Tayakısı, beklenen rekoltenin elde edilebilmesi için ilk yağmurlarla beraber yağışların devam etmesi gerektiğini söyledi.

İklimlerde ve yağış rejimlerinde meydana gelen değişiklerde insan etkisine dikkat çeken Tayakısı, İnsanın doğal dengeye verdiği zararın tarım alanlarının azalmasına ve yok olmasına neden olduğunu kaydetti.

İLKHA muhabirine önemli değerlendirmelerde bulunan Adana Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Ahecan Tayakısı, çiftçilerin para kazanamadıkları için ekim-dikim yapmaktan vazgeçtiğini vurgulayarak, çiftçiyi toprakla barıştıracak desteklemelerin yapılması ve önlemlerin alınması yönünde çağrıda bulundu.

Nisan ayında düşen yağışların bitkinin gelişimi noktasında önemli bir yere sahip olduğunu ifade eden Tayakısı, "Bundan sonrası ise verimi etki edecek yağışları bekliyoruz. Bu yağışların olması gerekir, olmadığı takdirde verim düşüklüğü yaşanabilir. İşimiz burada aslında Allah Teâlâ ile olan bir olay, inşallah yağmur yağar diye umuyoruz." dedi.

"Çukurova'da ortalama verim dönüm başına 400-500 kilogram civarında"

Ahecan Tayakısı

Yeterli yağmurun düşmesinin tarım ürünlerinin verimliliğine etkisine değinen Tayakısı,  "Çukurova'da ortalama verim dönüm başına 400-500 kilogram civarında, yağışla beraber bu rakamlara ulaşılabiliyor. Yağışın olmadığı dönemlerde ise bu rekolte 350 ila 300 kilolara kadar düşebiliyor yani burada yağışın çok önemi var. Yağış olmadığında sulama imkânımız olabilir mi? Sulama yapılabilir, ovada sulama imkanı var fakat buğday tarlası sıralı ekim değil de serpme olarak için yapıldığı için sulaması çok zor olan bir ürün çeşididir. Sulama yapıldığı takdirde bitkilerde yatma dediğimiz problemleri yaşanabilir diye sulamayı pek önermiyoruz. İmkan var ise yağmurlama sulama şeklinde yapılabilir ancak yağmurlama sulamalarda da istasyonları değiştirme esnasında ciddi oranlarda ürün çiğneme sonucunda verim ve ürün kaybı meydana gelir. Yani burada buğday da sulama yapılabilir ama bu istenmeyen bir durumdur." diye konuştu.

"İklimi öldüren yine insanoğlunun kendisidir"

İnsanın doğal dengeye verdiği zarara ve bununla birlikte yok olan tarım arazilerine dikkat çeken Tayakısı, "Yağışlar çok önemlidir ama maalesef biz insanoğlu yağışları bitirmek için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Yağışların gerçekleşmesi için ormanlara, ağaçlık alanlara ihtiyacımız var fakat biz madenlere saha açacağız diye ormanları ve tarım alanlarını yok ediyoruz. Yağmurları çekecek ormanları yok ettiğimiz müddetçe de bu iklim krizini daha fazla yaşayacağız, hissedeceğiz. Yağmur ve kar yağışları olmadığından dolayı yeterli oranda su rezervlerimiz de olmayacak, yer altı sularımız da yok olacak. İç Anadolu Bölgesi'nde, özellikle Konya'da ciddi obruklar oluşmaya başladı. Yer altı sularının çekilmesi derin obrukların oluşmasına, tarım alanlarının bozulmasına, ekim dikim alanların kaybolmasına neden oluyor; bu da ciddi bir ürün kaybına neden olacaktır. Bunların hepsi kime bağlıdır diyoruz fakat iklimi öldüren yine insanoğlunun kendisidir." diye kaydetti.

"Ekimden önce desteklemeler açıklanırsa, tarla tarımının cazibesi arttırılabilir"

Buğday ekiminin azaldığını, bu nedenle de devlet destekli yönlendirmelerle buğday ekiminin yeniden cazip hale getirilmesi gerektiğini vurgulayan Tayakısı, "Çukurova'mız tarım yönünden iyi bir durumda buğday yönünden kötü durumdayız. Buğday ekim alanları ciddi manada azaldı yani onun yerine ana ürün mısır ekimi yapıldı. Maalesef pamuk ekiminden de vazgeçti çiftçilerimiz; bu Türkiye genelinde azaldığı gibi Çukurova'da çok daha fazla azaldı ki bu da saman ithalatımızdan kendini belli ediyor. Çukurova'da tarım daha ağırlıklı bahçeciliğe, narenciye ve meyve bahçelerine döndü. Tarım arazilerinin büyük bir kısmında mısır ekimi yapılıyor, dolayısıyla da buğday ekimi ciddi oranda azaldı. Buğday ekimini teşvik etmek için ciddi bir destekleme fiyat açıklanır, zorunlu bir buğday ekimine yönlendirme yapılabilirse ve kalan tarım topraklarında buğday ekimini cazip hale getirebiliriz. Çukurova ciddi anlamda narenciye bölgesi, meyve bahçeleri oldu. Bu da topraklar bahçeye dönünce, yıllık tarımsal üretimlerin de azalması aşikar bir duruma geldi.  O yüzden kalan topraklarda tarla tarımına yönlendirmek için devletin destekleme programlarını önceden açıklaması ve verilecek olan desteklemelerin değerli olması gerekir. Yani üç beş kuruş desteklerle çiftçiler ayakta duramıyor. Mazot fiyatı aldı başını gitti, gübre fiyatları da aynı çünkü bunların hepsinde dışa bağımlıyız. Dolayısıyla yerli sermayemiz olmadığından dolayı doların artışıyla beraber maliyetlerde ciddi oranda arttı. Desteklemeler ciddi anlamda yapılırsa ve ekimden önce desteklemeler açıklanırsa, tarla tarımının cazibesi arttırılabilir." şeklinde konuştu.

"Çiftçi para kazanamıyor"

Çiftçilerin çok fazla sorun ve sıkıntısı olduğunu, oda olarak bu sorun ve sıkıntılarını önemsediklerini vurgulayan Tayakısı, "En başta çiftçi para kazanamıyor, para kazanamadığı için de bir sonraki yılın plan ve programını yapamıyor yani sürdürülebilir dediğimiz tarım engellenmiş oluyor bu şekilde. Çiftçi para kazanamadığı için tarımı bırakıyor ve tarımdan kaçıyor. Şu anda Türkiye'de tarım alanları ciddi oranda düştü çünkü para kazanılmadığı için insanlar tarlalarını satıyor, satılan arazilerin bir kısmı bina yapılmak üzere imara açılıyor ve bina, işyerleri inşa edilerek tarım alanları yok ediliyor. Yok olan tarım arazilerinin önüne geçilmek için 'Toprak Koruma Kurulları'nın oluşturuldu." şeklinde ifade etti.

Tayakısı, sözlerine şöyle devam etti:

"Alan büyüdükçe arz-talep dengesi bozulur"

"Bu kurul topraklarımızı korumak için uğraşıyor ama yeterli miktarda olmuyor yani güç yetmiyor. Şu an Adana'da ciddi anlamda muz seraları oluşmaya başladı. Türkiye'de muz nerede yetişir dediğinizde, çocukluğumuz ve gençliğimiz de: 'Antalya, Alanya ve Anamur denilirdi. Şu anda Adana'da 750 dekar muz serası var ve iki sene içerisinde 15 dekardan 750 dekara yükseldi. Bu kontrolsüz bir büyümedir. Yani hibe ile seralar kuruldu, üretimler başladı ama ciddi bir fizibilite çalışması yapılmadı. Muz üretimi pahalı bir üretim, maliyeti yüksek olan bir üretim dolayısıyla yatırım da çok pahalı. Başta cazipmiş gibi geldi fakat şu an sıkıntılar baş göstermeye başladı çünkü bir alanda yani 15 dekarda muzu üretirsin talep artar, arz-talep dengesi oluşur fakat alan büyüdükçe arz-talep dengesi bozulur. Bu her üründe olduğu gibi böyledir. Narenciyede de aynı şeyi yaşadık. Geçen sene narenciye dibe çöktü yani ürün fiyatları olarak limon, erkenci mandalina dalında kaldı yani bunlar tamamen programsız, dengesiz bir yetiştirme programından kaynaklıdır."

"Birim alandan daha fazla verim elde etmek için çiftçilerin bilgilendirilmesi gerekir"

Tarımda eski yöntemlere ek olarak yeni tarım teknolojilerinin kullanılması ve suda vahşi kullanımın terk edilmesi gerektiğini söyleyen Tayakısı, "Tarımda birim alandan daha yüksek verim alma sağlanmalı. Evet, tarım topraklarımız azaldı diyoruz ama öncesinde çoktu ki kendi kendimize yeten yedi ülkeden biri iken, şu anda her şeyi ithal eden bir ülke durumuna geldik. Bu da Türkiye'de tarımın ciddi anlamda düştüğünün göstergesidir. Birim alandan daha fazla verim elde etmek için çiftçilerin bilgilendirilmesi gerekir. Ziraat Mühendisleri Odası olarak, Türkiye genelinde gerek çiftçilere gerek meslektaşlarımıza bilgilendirme toplantıları yapıyoruz fakat bunu bir tek bizim yapmamız yeterli değildir. Tarımın ana noktası olan Tarım İl Müdürlükleri bu konuda programlama yapmaları gerekir. Özellikle ekim-dikim programlarının yapılması gerekmektedir. Bir bölgede bir ürünü bir önceki yıl yüksek fiyata satılanca, ertesi yıl herkesin o ürüne dönmesi fiyat dengesizliğin oluşturur, arz-talep dengesi budur. Bir ürün ne kadar çok ekilirse fiyatı o kadar çok düşer. Burada da ekim alanlarını yeniden kullanarak, çok çeşit ekmek gerekir. Biz bunları dile getiriyoruz fakat konuya el atması gereken devletin yetkilileridir. Buradan onlara da çağrı yapıyoruz: 'Bu işe bir an önce el atılsın, özellikle suyun önemi var, suyu vahşi kullanmaktan vazgeçmek gerekir.' Şu anda Adana'da baraj gölünden sulama kanallarına sular verildi. Bu suyun ne kadarı tarımda kullanılıyor yüzde 10'u kullanılıyor, gerisi tamamen denize akıyor ve kayıp oluyor. Yarın bir gün bu verilen suyun yüzde 60 ila 70'i kullanılacak fakat yine yüzde 40 oranında su kaybı olacak. Vahşi sulama yerine basınçlı sulama sistemine, daha modern sulama sistemlerine geçilmesi gerekmektedir. Bu konuya da devletin el atması gerekir, Devlet Su İşleri (DSİ) 'nin el atması gerekir. DSİ üzerine düşeni yapıyor fakat daha fazla geliştirilmelidir. Kanal ve tekne türü sulama sisteminden vazgeçilip basınçlı su sulama sistemine geçilmeli. Hem verime etkisi hem de suyun verimli kullanılması açısından önemli bir durumdur." ifadelerini kullandı.

"Ziraat Mühendisliği sıra başında öğrenilebilecek bir meslek değildir"

Ziraat mühendislerinin istihdam edilmesi yönünde istek ve taleplerini dile getiren Tayakısı, "Şu anda Türkiye'de 47 tane Ziraat Fakültesi var; bunun 44 tanesi aktif durumda ve bu üniversitelerden yıllık 5 ila 6 bin öğrenci mezun oluyor ve her yıl bu oranda mezuniyet veren fakülte karşılığında istihdam sağlanamıyor. 3-4 yıl önce belli bir sayıda istihdam alınacağı söylendi fakat alınan Ziraat Mühendisi devede kulak denilecek kadardı. Bizim burada isteğimiz, bu kadar Ziraat Fakültesi istemiyoruz, yeni Ziraat Fakülteleri açılmasın yani yeterli kapasitesi olmayan, eğitim araştırma alanları olmayan fakültelerin kapatılmasını istiyoruz. Yenisinin açılması değil, mevcut açılmış olanların kapatılmasını istiyoruz çünkü birçoğunda doğru dürüst laboratuar yok, eğitim araştırma alanları yok yani burada okuyan öğrenciler bu bitkileri nerede görecek? Ziraat Mühendisliği sıra başında öğrenilebilecek bir meslek değil, arazide öğrenilebilecek bir meslektir. Arazide görerek, uygulayarak öğreneceğiniz bir meslektir; dolayısıyla bunu yapamayacak bir fakültenin var olması hiçbir işe yaramaz. " diye belirtti.

"Tarım sektörünün ayakta kalabilmesi için çiftçi yüzde yüz desteklenmeli"

Toprağın işlenmesi ve ekim döneminde Ziraat Mühendislerinin çiftçilerle beraber sahada olmasının çok ciddi dönüşler sağlayacağı ve verime etki edeceğine vurgu yapan Tayakısı, şunları kaydetti:

"Daha önceleri gündeme gelmişti, 'On Köye bir Mühendis' şeklinde bir uygulama olacaktı. 'Ziraat Odaları'nda Tarım Danışmanları bulundurulacak', Ziraat Mühendislerinin ücretlerinin bir kısmı devlet, bir kısmı da Ziraat Odaları tarafından karşılanacak' denildi ama bu uygulamaların hiçbiri şu anda yapılmıyor. On köye bir Ziraat Mühendisi deniliyor fakat hiçbir köyde Ziraat Mühendisi yok. Bu tip programlamalar, köy bazında mühendislerle beraber köylü ve çiftçiyi, mühendisi yan yana getirerek ekim-dikim programları yapılması ki mühendis devletin bir görevlisi olacağı için, devletin programını çiftçiye aktarması daha kolay olacaktır. Fakat bu uygulamalar yapılmadı, yapılırsa mutlaka düzene girer sistem. Türkiye'de çiftçilik bitmeyecek! Türkiye, bir tarım ülkesidir; sanayi ülkesiyiz diyoruz ama sanayimizde tarıma dayalı ve müthiş bir iş gücü gerektiren sektör bu tarım sektörü. Tarım sektörünün ayakta kalabilmesi için çiftçinin yüzde yüz desteklenmesi, sübvansiyonların düzgün, zamanında yapılması gerekir. Öncelikle ekim-dikim zamanlarından önce destekleme ve pirim açıklamaları yapılırsa, çiftçi de ona göre kendi kendini programlar, ne yapacağını ne dikeceğini programlar. Bizim burada istediğimiz tek şey, çiftçi adına istediğimiz girdi maliyetlerini düşüremiyor isek de çiftçimizi destekleyelim." (İLKHA)

Kaynak: ilkha